Akıl, kaderi anlayamaz. Akıl bilici bir kudrettir. Kader Allah’ın teyin ve takdir ettiği bir şeydir. Aklın bilgisi Allah’ın bilgisi yanında nedir ki onun hikmetini, işlerini anlayabilsin.
Cüz, küllü anlayabilir mi? Biri damla biri sınırsız bir derya ama Allah’ın takdir ettiği şeylerde var bizim takdir ettiğimiz şeylerde var. Yani bazı hadiselerin oluşu bizim elimizde değildir. Bazı hadiselere de biz sebep oluruz. Her işimizi takdire bırakmak doğru değildir. “Tedbir” i de elden bırakmamalıyız.
Tedbir nedir? Takdir nedir? Yapılmasına veya yapılmamasına gücümüzün yetmediği şeyler “Takdir”, gücümüzün yettiği hadiseler ve işler de “Tedbir”dir. Yapılması elimizden gelen bazı şeyleri ihmal eder, yapmayız. Sonra da bu ihmalden doğan zararın mesuliyetini “Allah’ın takdiri böyleymiş” diye Allah’ın üzerine yükleriz.
Takdir bozulur mu? Takdiri yazan bozamaz mı? Bozabilir (Allah sevdiği için kanunlarını da değiştirir.) Takdiri yazanı bulabilirsek onu bozdurabiliriz de.
“Ecel” denilen bir takdir daha var ki ona akıl hiç ermez. İki türlü ecel var derler:
1- Ecel-i kaza
2- Ecel-i müsemmâ
– Ecel-i kaza: Otomobil çarpması, darp gibi hallerde ani olarak gelen ölümdür.
– Ecel-i müsemmâ: “İsimlenmiş ecel” demekmiş. Yani zamanı tayin edilmiş ölüm. Eceli müsemmâ ile göçenlerin ekserisi gece olur. Ölümler gibi doğumlarda gece olur. Çocuklar ana rahmine gece düşerler. Hep tabiata bağlıdır. Aklı cüz bunu bilemez. Akıl vücudun bekçisidir.
Bir de “Vade” den bahsederler. “Vade” söz vermekmiş ve zaman, müddet manalarına gelir. Akıl artık vücut içindeki vazifesinin bittiğini, oradan çıkıp gitmesi gerektiğini anlayınca vücudu terk eder gider. İşte “Vade” budur. Vücutta artık yapacak işi olmadığını anladıktan sonra orayı seve seve, isteye isteye terk etmelidir. Tevhidin esrarına (Henas) sahip olmayanlar yani gideceği yeri bilmeyenler, istemedikleri bir hâl içinde giderler. “Ölmeden evvel ölenler” ise gidecekleri “Gönül” ü bildikleri için sevine sevine giderler. Fakat “ölmeden önce ölme” nin manası bir değil ki… İnsan her kelâma, her manaya, her ilme göre ölecek de yeni kelâma, yeni manaya ve yeni ilme göre dirilecek. “Akıl” anlamalı ki kendisi bu etten kemikten ibaret vücut değilidr. Anadan doğar doğmaz ölmeye başlıyoruz. Siz şu kadar sene evvel çocuktunuz. Şimdi yaşını başını almış bir insansınız. O halimiz, yani çocukluk halimiz ölmüş. Şu halde durmadan bir gidiş var.
Eğer dirlik alemini bilmiyorsak ölüme doğru gidiyoruz demektir. İşte bizim çalışmamızda ölümden kurtulup “Dirilik alemi” ni bulmak içindir. Yani “ Kalb-i selim” olmaktır. Kalbimizde, aklımızda ne sevap ümidi ne günah korkusu kalacak; Rabbimizde fani olacağız. Tek kurtuluş yolu bu.
Bir hikaye: Bağdat’taki arap hükümdarı tebaasına tellallarla “Kim bana bir hediye getirirse onu ihya edeceğim” diye nida ettiriyor. Çölde oturan fakir bir arap ta duyuyor bunu. Karısına “Ne götürelim de hükümdar bizi ihya etsin” diyor. Karısı diyor ki “Çölde sudan kıymetli ne var? Su götür.” Adam cağız içecekleri sudan bir testi omzuna alıp Bağdat’a gidiyor. Bakıyor ki sarayın kapısında binlerce insan toplanmış, herkes neyi seviyorsa onu almış getirmiş. Zannediyorlar ki herkes neyi seviyorsa hükümdar da onu sever. Yani herkes zannını ve arzusunu alıp getiriyor hükümdara takdim ediyor. Sarayın önünde herkes bir ağızdan bağırıyor ama ne dedikleri anlaşılmıyor. Sarayın kapısı açılmıyor. Bedevi oradaki insanların getirdikleri hediyeleri değer bakımından kendisininkinden çok üstün olduğunu görünce ümitsizliğe düşüyor. Sarayın etrafını ve bahçeleri gezip tetkike başlıyor. Bahçenin bir yerinden berrak bir çay akıyormuş. Adam cağız çölde hiç akar su görmemiş. “Bu nedir?” diye hayret ediyor. “Şunu bir tadayım” diyor. Bakıyor ki leziz bir su. Kendi getirdiği suyun bu suyun yanında acı ve tuzlu kaldığını anlıyor ve daha çok üzülerek başındaki testiyi yani içinde acı ve tuzlu arzular bulunan akıl testisini akar suya atıyor. Testi suya düşünce çıkan sesi, oradaki gül fidanları arsında vezirleriyle tavla oynayan hükümdar duyuyor ve bedeviyi görüyor. Arabı huzuruna çağırıyor “Nedir o suya attığın?” diye soruyor. Arap ta meseleyi anlatıyor. Hükümdar “Aferin binlerce insan arasında sen kazandın. Sarayın kapısında bekleyenlerin ellerinde kendi arzuları ve varlıkları var. Kıyamete kadar bağırsalar bu kapı onlara açılmaz. Bu saraya yoklukla gelenler kabul edilir. Allah’ın hazinesinde her şey var. Yalnız “Yokluk” yok. Allah kulundan yalnız yokluk kabul eder” diyor. İşte bütün arzulardan ve zanlardan temizlenmiş kalbe “Kâlb-i selim” diyorlar. Bu yokluğa mutasavvuflar “Hiçlik” veya “Ölmeden evvel ölmek” demişler. O çöl arabı gibi aklımızın arzu testisini durmadan akan “Âbı hayat” ırmağına atmazsak kurtuluş yok. Böyle yapmazsak neyi seviyorsak, onunla haşrolur gideriz. Arzuları, sevgileri toplaması kolay da silkeleyip atması zor. Hakikatin söylenmesi kolay da yapılması zor. Yüzünü hakikat sarayına çevirenler hükümdarın kendisi, çevirmeyenler yabancıdır. Onun için Kuran da “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” deniliyor. Bu sarayın kapısı ayrımsız herkese açıktır. Ne kadar günahkar olsak yüzümüzü ona dönünce, o bize kucağını açar. Bunu anlatabilmek için Mevlânâ güzel bir şiir söylemiştir:
Geri gel, geri gel. Ne olursan ol geri gel.
Kafirsen de, ateş perestsen de geri gel.
Bu bizim kapımız, ümitsizlik kapısı değildir.
Ettiğin tövbeyi yüz kere bozduysan bile yine geri gel.
Madem o gel diyor, biz de gideriz.
Soru: “Bu ne kadar lütuf tövbeyi yüz defa bozsan bile reddetmiyor.
Emre: “Af, adete ve rakama tabii değil. Suç işlesek te yine affeder.”
Turgut ÖZGÜNEY – 07.03.2013 turgutozguney@yahoo.com.tr
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
NOT: Turgut Özgüney’in yazısını yayına hazırlayan AYHAN İMRE dostumuza teşekkürlür. MT
Ayhan İMRE
Tasarım ve Proje Sorumlusu
HESAŞ Hediyelik Eşya San. A.Ş.
M. Nezih Özmen Mahallesi Şimşir Sokak No:13.
34169 Merter – Güngören / İstanbul – TÜRKIYE
Tel : +90 212 556 28 11
Fax : +90 212 554 25 81
Web: www.hesas.com.tr